29 Eylül 2016 Perşembe

I. Dünya Savaşı ve Britanya - Bölüm 1: Savaşın Öncesi




    I. Dünya Savaşı tarihin gördüğü en büyük savaşlardandır. 26 Devlet, iki  cephe halinde 3 kıtada silahlı çatışmaya girmiş, 17 milyon insan hayatını kaybetmiş, 20 milyon insan yaralanmıştır. Günümüze kadar 300.000'den fazla insanın akıbeti halen bilinmemektedir.

    Büyük Britanya ve İrlanda Birleşik Krallığı bu savaşın ana aktörlerinden birisi hatta Müttefik Cephenin lideri olmuş, savaşın kaderini değiştirmiştir. 

    I. Dünya Savaşı'nın en temel sebebi, Britanya ve Almanya arasındaki ekonomik rekabetin had safhaya varmasıdır. Peki ülkeler bu duruma nasıl gelmiş ve Birleşik Krallık'ın buradaki rolü ne olmuştur?





    

Savaşın Öncesi Kutuplaşma ve Britanya

    Almanya, gerek Avrupa gerek Dünya Tarihinde, ulusal birliğini en geç sağlamış ülkedir.

    Roma İmparatorluğu döneminde, Almanya'nın bir kısmı Roma'nın elinde, kuzey ve orta bölümü ise Cermen kabilelerin elindeydi. Roma'nın çöküşünden sonraki dönemde Almanya'nın ulusal birliğini engelleyen en önemli etken olan prenslikler ve feodal beylikler ortaya çıkmaya başladı. Karanlık Ortaçağ döneminde çok parçalı bir yapıya sahip olan Almanya, Kutsal Roma-Cermen İmparatorluğu ile görünüşte ilk ulusal birliğine kavuşacaktı. 



Kutsal Roma-Cermen İmparatorluğu'nın ilk İmparatoru Charlemagne. Akıllı bir siyasetçi ve asker, birçok devleti imparatorluk tacını kabul ettirdi. Fakat hayatı boyunca okuma-yazmayı öğrenemedi.
    
    Kutsal Roma-Cermen İmparatorluğu yada diğer ismiyle I. Reich, her ne kadar tek bir taç altında birleşmiş gözükse de, Almanya'da onlarca prenslik, elektörlük veya krallık, yüzlerce dükalık ve binlerce kontluk vardı. Bu devletler ise bırakın bir birlik olmayı kendi içlerinde dahi en ufak toprak mevzuları konusunda bile sık sık çatışmalar yaşıyordu.

    Reich'ın İmparatorları, devletler arasındaki barışı sağlayamadığı gibi bu devletler zaman zaman başka ülkelerle ile (Fransa, Britanya ve Osmanlı gibi) işbirliği yaptığı oluyordu. Devletler arasındaki farklılıklar mezhepsel, dilsel, siyasi ve toprak sorunları üzerine dayanıyordu. Bu sorunlar o kadar kronikleşmişti ki bazıları hiçbir zaman çözülemedi. Örneğin; Oldenburg 11.yüzyılda kontluk olmuş ve Cuxhaven bölgesi konusunda Mecklenburg Dükalığı ile anlaşmazlığa düşmüştü. Bu toprak anlaşmazlığı tam 800 yıl sürdü. Oldenburg Dükalık oldu toprakları zaman zaman değişti aynı şekilde Mecklenburg Büyük Dükalık oldu ve toprakları değişti ama anlaşmazlık hiçbir zaman çözülemedi. 

    Özellikle 15. ve 16. yüzyıl ile birlikte imparatorlar, ulusal birlik veya o dönemde anlaşıldığı üzere bu devletleri tek bir taç altında birleştirme fikrinden vazgeçtiler hatta elektör yöntemiyle seçilen imparatorlar ve hanedanlar bu devletler arasındaki çatışmayı zaman zaman arttırdı. 

    Bu devletler arasında ise Prusya, Avusturya, Bavyera, Bohemya, Hanover ve Saksonya lider konumdaydı. Fakat bu devletler bile mezhepsel, dilsel ve siyasi bakımdan bölünmüştü.

    Kutsal Roma-Cermen Imparatorluğu 18.yüzyılda hızla zayıfladı ve devletler artık tamamen bağımsız bir hal almaya başladı. 

    1806 yılında ise son Kutsal Roma-Cermen İmparatoru Francis-II, İmparatorluk tahtından feragat etmiş ve Francis-I adıyla Avusturya İmparatoru ilan edilmişti. Böylece zaten hiçbir şekilde fiili bir varlık gösteremeyen Kutsal Roma İmparatorluğu dağılmıştı.



Son Kutsal Roma-Cermen İmparatoru ve ilk Avusturya İmparatoru Francis-I. 'Double Emperor' olarak anılan tek monarktır. 

    Asıl ayrılığa büyük bir darbeyi ilk vuran ise bir Alman değil, bir Fransız'dı. Fransa İmparatoru Napoleon, Avrupa'yı istilası sırasında tüm Almanya'yı ve Avusturya'yı işgal etti. Bu devletlerin birçoğunu yok etti ve kendi çizdiği taslaklara göre daha bütün parçalar haline getirdi. 

    Napoleon'un düşüşünün ardından Alman Devletleri yine bir krizle başbaşa kaldı. Avusturya ulusal birliğini oluşturmuş fakat Alman Devletlerinin sayısı ciddi olarak azalmış olmasına rağmen hala birlik oluşturamamışlardı. 1815 yılında kurulan Alman Konfederasyonu'da birlik olmaktan uzaktı. Prusya bağımsız bir devlet gibi hareket etmeye devam ediyor, Konfederasyon içerisinde yer alan Avusturya ise zaten kendi bağımsız tacıyla tek bir devlet haline geliyordu. 

    Bu durum Avrupa Uyumu adı verilen statüko yanlısı bir tutumla desteklense de Konfederasyon 1848'de dağıldı, 1850'de kurulduysa da sadece ismen varoldu. Bu dönemde Prusya'lı usta bir politikacı olan, Prusya Şansölyesi Otto Von Bismarck, göreve geldiği günden itibaren, politik ve ekonomik yolları kullanarak Prusya'nın diğer Alman Devletleri üzerindeki etkisini arttırdı. 1866 yılında ise Avusturya'ya karşı yapılan savaşta Prusya büyük bir galibiyet kazandı. 1867'de kurulan Kuzey Alman Konfederasyonu hızla ulusal bir devlete evrildi. Bunu kabul etmeyen Fransa ile çatışma kaçınılmazdı. 1870 yılında gerçekleşen Sedan Savaşı olarakta bilinen savaşta Prusya ve müttefikleri kesin bir zafer kazandı.



II.Reich'ın ilk Şansölyesi Otto Von Bismarck. Birçok portresinde ve fotoğrafında askeri üniforma ile görülse de asker değildi, hiçbir orduya komuta etmedi hatta orduda görev bile almadı. 


    1 Ocak 1871 yılında Prusya Kralı Wilhelm, Alman İmparatorluğu İmparatoru sıfatıyla taç giydi. II. Reich'ın kurulmasıyla I. Dünya Savaşına giden ilk aşama geçilmiş oldu. 

    Çünkü Almanya'nın ulusal birlik haline gelmesi, Avrupa'da ki statükoyu bitirdiği gibi sömürgecilik ve hammadde-pazar rekabetini de bambaşka bir boyuta vardıracaktı.

    Ulusal Birliği sağlanmış Almanya hızla ve tarihin gördüğü en büyük ekonomik büyüme hızıyla başdöndürücü bir güce doğru evrilmekteydi. Ulusal Birliklerini çok daha önce sağlamış ve sömürgecilik yarışında dünya liderliğini elinde tutan Britanya ve ardından Fransa ve Rusya bile böyle bir ekonomik büyüme yaşamamışlardı.

    Alman ekonomisi adeta bir canavar gibiydi. Yine de Bismarck'ın RealPolitik olarak adlandırılan politikası denge siyaseti güdüyordu. Almanya hızla büyüse de, Şansölye Bismarck devletleri (Fransa hariç) karşısına almak yerine onlarla işbirliğini tercih etme yanlısıydı. 

    Fakat daha 1878 yılında Almanya'nın büyüyen gücü Britanya'yı rahatsız etmeye başlamıştı. Britanya buna karşı olarak Fransa ve Rusya ile ilişkilerini daha sıkı hale getirdi. Britanyalı politikacılar ne Rusya'ya ne de Fransa'ya tek başlarına güvenmiyorlardı fakat bu iki gücün birden kullanımı Almanya'yı iki cepheden sıkıştırma anlamına geliyordu. 

    Buna karşılık Bismarck ve Alman politikacılar ise eski düşman ama aynı milletten olan bir devlete yöneldiler. Avusturya İmparatorluğu ile Almanya arasında yakın ilişkiler başlamıştı. 

    Diğer bir güç ise artık eski gücünden çokta uzak olsa değerli toprakları elinde bulunduran Osmanlı İmparatorluğu idi. Büyük Britanya uzun bir süredir Osmanlı yanlısı politikalar izliyordu. Hatta Britanya, 1853-1856 Kırım Savaşı'nda, doğrudan asker göndererek Rusya'ya karşı Osmanlı saflarında savaşmışlardı. 

    Fakat petrolün hayati önem kazanmasıyla Britanya, Osmanlı'yı destekleme politikasından hızla vazgeçti. Ayrıca burada kapsamlı bir emperyalist plan hazırlayarak Osmanlı topraklarını ele geçirme politikasına aktif olarak geçti.

    Bunun en somut örneği Britanya'nın, Osmanlı'ya karşı Mısır'ı desteklemesiydi. Mısır, 1867 yılında Hidivlik yönetimine geçmiş, Osmanlı'dan bağımsız hareket etmeye başlamıştı. 1914 yılına kadar Osmanlı'ya bağlı olsa da özellikle 1890'lı yıllarda Mısır, Britanya'nın müttefiki olarak hareket etti. Britanyalı işadamları ülkeye devasa yatırımlar yaptılar, Britanya askerleri Mısır Ordusuna danışmanlık yaptı ve Mısır'da Osmanlı'nın toplayamadığı vergileri bile zaman zaman topladı. 



Britanya askerleri bir piramidler gezisi sırasında-1899


    Osmanlı İmparatorluğu ise bu politikayı protesto etmesine rağmen fiili anlamda birşey yapamıyordu. Çünkü, Britanya'ya büyük meblağlar ile borçlanmış ve borçlarının faizini dahi ödeyemez duruma gelmişti. Kapitülasyonlar ise Osmanlı'nın ekonomisini tamamen işlemez hale getiriyordu. Britanya ve Batılı güçler hem borçlar yoluyla hem de kapitülasyonlar yoluyla Osmanlı İmparatorluğu'nu nefes alamaz hale getirmişti.

    Osmanlı ise buna karşılık Almanya ile yakın ilişkiler kuruldu. Bu durum Alman politikasına da uygun düşüyordu. Çünkü Britanya gibi Almanya'nın da, Osmanlı topraklarına ve buradaki petrole/hammaddeye ihtiyacı vardı. Almanya, Osmanlı toprakları üzerinde o dönem için en uzun demiryolunu inşa etmeye başladı.

    Bu arada Almanya'da bir dönüşüm yaşandı. 1888 yılında Wilhelm-I hayatını kaybetti ve yerine oğlu Frederick-III çıktı. Fakat yeni imparator yaşlı ve çok hastaydı. Saltanatı 99 gün sürdü. Onun ölümünden sonra yerine genç oğlu Wilhelm, Wilhelm-II adıyla tahta çıktı.

    İmparator Wilhelm-II, tahta çıktığı andan itibaren Bismarck ile ters düşmeye başladı. İmparatora göre Almanya RealPolitik'i bırakıp, WeltPolitik'e yani Dünya Politikasına geçmeliydi. Bu aslında kaçınılmaz bir sonuçtu. Almanya hızla büyüyordu ve hammedde/pazar ihtiyacı hayati önem haline almaya başladı. 2 yıllık bir sürecin ardından birçok Başbakan'ın yaşadığı şeyi Bismarck'ta yaşadı. Şansölye, monark karşısında dayanamadı ve istifa etti. Böylece Almanya, sömürge yarışını daha da hızlandırdı.


Almanya İmparatorluğu İmparatoru Wilhelm-II. 


    Almanya'nın bu yeni politikası beraberinde silahlandırmayı da getirdi. 1895'ten sonra Almanya artarak silahlanma programına girdi.

    Britanya ise buna sert tepki gösterdi. Almanya'nın 1891 yılında 'Alman Doğu Afrikası' adıyla, Afrika'da ilk sömürgesini kurması ve silahlanmaya başlamasıyla birlikte Britanya daha katı bir tutum takındı. Savaş kaçınılmaz bir şekilde geliyordu. 



Alman Doğu Afrikası.


    Britanya'da silahlanma yarışını hızlandırdı ve daha muhafazakar bir ekonomi politikası izledi. Ayrıca Fransa, İtalya ve Rusya ile sıkı bir müttefiklik arayışına girdi. Bu arayışlar sonuç bulmaya başladı. 1900'lü yılların başında, Britanya, Fransa ve Rusya ekonomik, siyasi ve hatta askeri alanlarda işbirliğine gitti. Londra, Paris ve St.Petersburg hattında danışmanlar mekik dokuyor, ticari ve askeri elçilikler artıyordu. Sadece 1900-1910 yılları arasında Britanya ve Rusya arasındaki ekonomik etkinlik, 1890-1900 yılına göre %214 artmıştı. 

    Fransa ise zaten Sedan Savaşı'ndan sonra Almanya'ya karşı her cephenin içinde olmaya hazırdı. Almanya durdurulmalı, Osmanlı ise Britanya ve Rusya ile birlikte pay edilmeliydi. 

    Rusya'nın politikası ise Kafkasya ve Balkanlar üzerine yoğunlaşmaktaydı. Ülke, Batılı müttefikleri gibi sanayileşmemişti ve büyük oranda tarım toplumuydu. Petrol, Rus politikasının ilk anamaddesi değildi. Rusya'nın isteği, Kafkasya ve Balkanlar'da hakimiyetti. Burada Kafkasya'dan anlaşılması gereken sadece günümüzdeki Kafkasya değildi. O günde Rusya bu topraklara zaten sahipti. Rusya'ya göre Kafkasya neredeyse Akdeniz'e kadar uzanan bir coğrafyaydı. Yani Rus politikası nezdinde Kafkasya daha çok siyasi bir coğrafyaydı. Diğer hedef ise Balkanlardı. Sırbistan, Rusya'nın çok yakın müttefikiydi. Rusya bu devlet üzerinden Avusturya-Macaristan İmparatorluğunu tehdit ediyordu. Panslavist politikalar neticesinde Balkanların büyük bölümünü ve Çek coğrafyasını doğrudan kendisine bağlamak istiyordu.

    Avusturya-Macaristan ise sömürge devleti olmaktan çok uzaktı. Sadece Hint Okyanusunda küçük bir adası olan devlet, diğer devletlerin aksine emperyal hedeflerden çok aynı Osmanlı gibi  yaşam mücadelesi veriyordu. Avusturya-Macaristan, çok fazla etnik kimliği içinde bulunduruyordu ve bu kimlikler sürekli diğer devletler tarafından kışkırtılıyordu. 1900'lü yılların ikinci yarısıyla birlikte ülkede bombalı saldırılar, pogromlar ve terör olayları artış gösterdi. Gerek Rusya, gerek Britanya bölgedeki kimlikleri açıktan veya gizliden destekleyerek merkeze karşı harekete geçiriyordu. Bununla birlikte aşırı bürokrasi, rayına bir türlü girmeyen ekonomi ve siyasi istikrarsızlık Avusturya-Macaristan İmparatorluğu'nu birçok açıdan felç ediyordu.

    Diğer devletlerinde kendi hesapları vardı. İtalya'nın hem Avusturya-Macaristan topraklarında hedefleri vardı hemde sömürge arayışı vardı. İtalya'nın hedefi, Osmanlı ile kara bağlantısı kalmayan Libya idi. 

    Romanya'nın Bulgaristan'da, Bulgaristan'ın Romanya ve Yunanistan'da, Yunanistan'ın Sırbistan, Bulgaristan ve Osmanlı üzerinde toprak hedefleri vardı. Bu küçük hesaplar sürekli olarak süper güçler tarafından kışkırtılıyordu. Özellikle Britanya'nın hem Lordlar Kamarasında hemde istihbarat kanallarında her devlet için ayrı ayrı birimler vardı. Balkanlarda misyoner kimliğiyle Britanyalı ajanlar her türlü çalışmayı yapıyorlardı.

    Bir zamanların en büyük İmparatorluğu İspanya ise tüm bu olaylardan ayrı başka bir gündemi vardı. İspanyol İmparatorluğu 19.yüzyılda, Amerika kıtasındaki tüm sömürgelerini devrimler ile kaybetmişti. Diğer kıtalarda ise kolonileri yoktu. Meksika, Büyük Kolombiya, Brezilya (bir kısmı), Arjantin ve sonunda Küba, İspanyol İmparatorluğundan bağımsızlığını ilan etmişti. Ayrıca ülkenin iç sorunları da vardı. Devlet 1873-74 yılında 1 yıllık bir cumhuriyet dönemi yaşamıştı. Fakat bu 1 yıl ülkedeki etnik kimliklerin milliyetçiliğini daha da ateşli hale getirmişti. 1898 yılında İspanya İmparatorluğu, Küba konusunda ABD ile çıkarları çatıştı. Tarihe 1898 İspanyol-Amerikan Savaşı olarak geçen savaşta İspanya ağır bir mağlubiyet aldı ve Amerika kıtasında ki sonra kolonisini de kaybetti. Böylece İspanya tüm devletlerin hızlandırdığı sömürge yarışından çekildi. 



1898 İspanyol-Amerikan Savaşı'nda basılmış, Küba ve ABD'nin ittifakını gösteren bir poster


    Britanya'nın ise Amerika kıtasında yeni sömürge arama gibi bir hedefi yoktu. İspanyol sömürgesinden kurtulan devletlerde milliyetçilik akımı ve devrimci hareketler güçlüydü. Bu devletleri klasik anlamda sömürge altına almak imkansızdı. Ayrıca kıtanın esas gücü zaten Amerika Birleşik Devletleri'ydi. ABD'nin temelini Britanya atmış ancak ABD, Britanya'ya karşı bağımsızlık savaşı vererek kurulmuştu. 1812 Savaşından sonra ABD ve Britanya düşmanlık politikası yerine yakınlaşma politikası izledi. 1861-1865 ABD İç Savaşı'ndan sonra da işbirliği artarak devam etti. Britanya'nın bu kıtadaki politikası Kanada ile ortak taç, ABD ile işbirliği, elindeki küçük Karayip devletleri ve kıtaya ekonomik yatırım oldu. 

    ABD ise yaşadığı İç Savaş'ın yaralarını hızla sarmıştı ama diğer devletler gibi sömürge arayışı yoktu. Toprakları geniş, verimli ve petrol konusunda o zamana göre sıkıntı çekmiyordu. Monroe Doktrini çerçevesinde kıtada hegemon güç konumunu da sürdürmeye devam ediyordu. İspanya ile girdiği savaş hariç sıcak çatışmalara katılmadı. Bununla birlikte ABD, Avrupa, Asya ve Afrika Coğrafyasını yakından takip ediyordu.

    Asya Kıtasında da başka bir sömürgecilik arayışı vardı. Hem Britanya, Fransa, Almanya ve Rusya hemde bölgedeki diğer bir güç Japonya'nın, Çin üzerinde büyük hedefleri vardı. Fransa'nın Hindiçini bölgesinde ciddi sömürgeleri, Britanya'nın ise küçük ama kritik konumdaki adalar üzerinde sömürgesi vardı. Hollanda'nın sömürgeleri de ciddi bir konumda olmasına rağmen bu devlet diğerleri yanında küresel rekabete ayak uyduramadı. 

    Emperyal devletler, Çin üzerinde rekabet halindeydi. Almanya burada da geç kalmıştı ama Osmanlı'ya olduğu gibi burada da ekonomik yatırımlar ve etki alanları oluşturmaya çalıştı. Yine de çok başarılı sonuçlar alamadı. Britanya, Çin'de haşhaş tekelini elinde bulunduruyordu, Fransa, Güney Çin, Rusya Kuzey Çin üzerinde ticaret tekeliydi. Japonya'nın hedefi ise daha büyüktü. Japonya, Kore gibi tüm Çin'i sömürge yapmayı planlıyordu.

    Aslında Japonya 1868 Meiji Restorasyonu'na kadar kapalı bir devletti, hatta 1853 yılında ABD, Japonya ile ticaret yapabilmek ve Japonya limanlarını açtırabilmek amacıyla bölgeye bir deniz filosu göndermiş ve Britanya'dan da destek görmüştü. Batılı güçler bir antlaşma ile imtiyazlar elde etmişti. Japon tahtına Meiji'nin tahta çıkmasıyla Japonya eşi az görülen bir şekilde hızla modernleşme sürecine girdi, eski feodal shogun'luklar tasfiye edildi, ekonomi ve ordu modernleştirildi, siyaset ve bürokrasi hızla değiştirildi. Bu modernleşme Japonya'yı, Çin gibi 'kurban devlet' olmaktan kurtarmış hatta emperyal bir devlete dönüştürmüştü. Japonların bu modernleşmesi ve Mançurya ve Kore'deki hak iddiaları Rusya ile Japonya'yı karşı karşıya getirdi. 1904-1905 yılında Japonların galibiyeti ile sonuçlanan savaştan sonra Japonlar, emperyal hedeflerini Çin'e genişletti.

    Britanya ise Japonya ile çatışmaya girmedi. Aksine işbirliği sergilendi. Ekonomik ve siyasi alanda karşılıklı antlaşmalar yapıldı.



Küresel Güçlerini, Çin üzerindeki emperyal politikalarını betimleyen 1901 yılına ait bir karikatür.

    Tüm bu ekonomik, siyasi ve askeri kutuplaşmalar beraberinde çatışmaları da getirdi. 


Savaş Öncesi Krizler/Çatışmalar ve Britanya


    Birinci Fas Krizi: Sömürge yarışının hızla arttığı dönemde Almanya, İspanya ve Britanya'nın ilgisini Kuzey-Batı Afrika'da bağımsız bir devlet olan Fas çekti. İspanya sömürge yarışından çekilmiş olmasına rağmen kendi hinterland'ını koruma altına alma adına dikkatini Fas'a yoğunlaştırdı. Bu ilgi hemen diğer devletleri de ilgi odağı haline getirdi. Almanya ve Fransa Fas'ı tamamen sömürgeleştirme, Britanya ise Fas'ta doğrudan bir koloni kurmak yerine Mısır'da yaptığı gibi ekonomik ve askeri anlamda Fas üzerinde hegemonya hedefi belirledi.

    1894 yılında babasının ölümü üzerine tahta çıkan Fas Sultanı Abdülaziz, modernleştirme hedefiyle hiçbir plan yapmadan tepeden inmeci bir anlayışla reformlar yapmaya başladı. Bu da Fas'taki köklü kabilelerin tepkisiyle karşılandı. 

    Tam da bu sırada bölgedeki casusları ve nüfusu ile Britanya bölgedeki kabileleri kışkırttı ve hatta bazılarına silah modernizasyonu yaptı. Kabilelerin elindeki silahlar genelde hafif tüfeklerden oluşuyordu. Fas'ın doğusundaki 2 kabilenin silahlandırılmasının hemen ardından bu kabileler Sultan'a karşı değil, Fransız yönetimindeki Cezayir'e karşı vur-kaç taktiği ile saldırılar düzenledi. Britanyalılar işleri kontrol altına almak adına daha fazla olaya dahil olmaya başladı.

    Buna karşılık olarak Fransa, Fas Sultan'ı ile anlaşma yoluna gitti. 1904 yılının Ekim ayında Fransa'nın Fas Büyükelçisi, Sultan'a Fas Ordusunun modernizasyonu ve kabilelere karşı mücadele teklifini resmi olarak iletti. Fakat, Sultan ve yönetimi bunu kabul etmedi.

    Kasım-Aralık aylarında ise kabilelerin saldırıları arttı. Fransız yönetimi artan kamuoyu baskısı ve askeri idarenin tavsiyesiyle Fas Sultan'ının karşısına daha sert bir taleple çıktı. Ocak 1905 Tarihinde, Fransız Büyükelçisi, Fas Ordusu'nun, polis teşkilatının ve gümrüklerin Fransız yönetimine devir edilmesini çok sert bir dille istedi. 

    Sultan'ın ve yönetim buna karşı gelemezdi. Çünkü talepler kabul edilmezse doğrudan bir Fransız müdahalesi kaçınılmazdı. Bunun üzerine Sultan, yardım amacıyla Britanya'ya başvurdu ama Britanyalılar Fransa ile olan yakınlaşmayı bozmamak ve Sultan'ı zor durumda bırakıp bölgeye müdahale etmek adına yardım talebini reddetti.

    Sultan, bu olumsuz cevaptan sonra Alman Büyükelçisi ile görüştü. Sömürge arayışında olan Almanya bu fırsatı kaçıramazdı. Britanya ve Fransa ise Almanya'dan ciddi bir adım beklemiyordu. 

    Alman yönetimi, 13 ülkenin imzaladığı 1880 Madrid Sözleşmesi'ni işaret ederek, Fas'ın bağımsızlığına bu sözleşmeye dayanarak garanti verdi. Bu açıklama bir kriz ilanıydı. 

    Buna karşılık olarak Fransa, Fas'a karşı askeri müdahale hazırlığına başladı. Britanya'da açık destek verdi. Britanya yönetimi, Almanya'nın bu hamle karşısında geri çekileceğini düşünüyorlardı. Fakat Almanya'nın tepkisi daha da sert oldu. Alman İmparatoru Wilhelm, resmi ziyaret münasebetiyle Mart 1905'te, bir Alman savaş gemisi ile Fas'ın, Tanca kentine çıktı. Burada Sultan tarafından karşılanan İmparator, Fas'ın bağımsızlığının korunacağına dair sert bir konuşma yaptı. 

    Kriz daha da şiddetlendi. Alman Şansölyesi Bulow ise durumu 'yumuşatmak' adına bir konferansın toplanmasını talep etti. Britanya konferans isteğine olumlu yaklaştı. Çünkü Almanya sert tepki göstermiş, ABD tarafsız kalmıştı ve Sultan geçici olsa da ülkede birlik oluşturmayı başarmıştı. Durum karmaşık bir hal aldı. Fransa konferans isteğine önce olumsuz yaklaştıysa da, Britanya'nın tavsiyesi üzerine konferansı kabul etti.

    Ocak 1906 Tarihinde, İspanya'da düzenlenen konferansta, Britanya, İtalya ve Rusya, Fransa'yı blok halinde destekledi. Bu blok durumu Almanya'yı zor durumda bıraktı. Almanya, Fas'ın bağımsızlık hakkını bahane ederek bölgeye müdahale etmeyi planlarken bu blok karşısında gerçekten de Fas'ın bağımsızlığını savunma pozisyonuna geldi. 

    Konferans sonucunda 'Genel Senet' adlı belge imzalandı. Senete göre, Fas'ın bağımsızlığı garanti altına alındı. Britanya ağırlıklı olmak üzere Fransa, İtalya ve az da olsa Rusya bloğu bölge de ekonomik imtiyazlar kazandı. Almanya'ya ise Rusya'dan dahi daha az bir pay verilmişti. 

    Birinci Fas Krizi, Britanya siyasi zekasının bir başarısı, Britanya, Fransa, İtalya ve Rusya arasındaki yakınlaşmayı arttıran bir sonuçla sonuçlandı. Almanya ise hem blok durumundan hemde Fas'ta ki başarısızlıktan rahatsızdı. Fas, Almanya için bir süreliğine ertelendi.


    Bosna-Hersek Krizi: 1908 yılında Osmanlı İmparatorluğu'nda, Meşrutiyet Devrimi yaşanmıştı. Sultan Abdülhamid-II'nin 33 yıllık sert istibdat yönetimi bitmiş, parlamento açılmış, seçimler ilan edilmiş, ülkede bir 'hürriyet' ortamı doğmuştu. 23 Temmuz 1908 yılında anayasa yeniden yürürlüğe girdi.

    Aynı dönemde Avusturya-Macaristan İmparatorluğu'da başka iç krizlerle uğraşıyordu. Ülkedeki terör ortamı artıyordu, etnik kimlikler sürekli çatışma halindeydi ve siyasi kurumlar neredeyse hiçbir çözüm iletmiyordu. İmparator Francis-Joseph ve hükümet bu krizi değişik bir planla atlatmaya çalıştılar. 

    Bosna-Hersek, 1878 yılından itibaren fiilen Avusturya-Macaristan hakimiyetindeydi. Ekonomi, ticaret, maliye, polis ve hatta silahlı milis kuvvetler Habsburg yönetimindeydi. Fakat hukuki olarak Osmanlı İmparatorluğuna aitti. Avusturya-Macaristan yönetimi, yükselen iç krizi aşmak ve Osmanlı'nın içine girdiği siyasi krizden yararlanmak adına 5 Ekim 1908 Tarihinde Bosna Hersek'i ilhak etti. Sarajevo'da bulunan 300 kişilik Osmanlı askeri gece baskını ile kansız bir şekilde esir alındı ve ülkeden sınırdışı edildi. 



Avusturya-Macaristan İmparatorluğu'nun, Bosna-Hersek'i ilhak bildirisini okuyan Bosnalılar ve 2 Osmanlı askeri.


    

    Bu gelişmeden sadece bir gün sonra 6 Ekim 1908 Tarihinde, Osmanlı yönetiminde otonom bir prenslik olan Bulgaristan bağımsızlığını ilan etti. 

    Bu iki gelişme ve özellikle Bosna-Hersek'in ilhakı Londra ve Paris'te şok etkisi oluşturdu. Batı Avrupa bunu açık bir provokasyon ve savaş sebebi olarak gördü. Avrupa beklenen büyük savaşın eşiğine gelmişti. 

    Birleşik Krallık Savunma Bakanlığı derhal seferberlik emri hazırlıklarına geçmiş, Fransız Ordusu ise sınıra yığınak yapmaya başlamıştı.

    Fakat durum göründüğünden biraz daha karışıktı. Çünkü denklemin içinde Britanya ve Fransa ile yakın ilişkileri bulunan Rusya İmparatorluğu'da vardı. Rus İmparatoru Nikolay-II daha 1907 yılında Bosna-Hersek ve Boğazlar konusunda, Avusturya-Macaristan ile pazarlık yapmak üzere ülkeye gizli antlaşmalar için diplomatlar göndermişti. Bu trafik Rus Dışişleri Bakanı'nın Temmuz 1908 Tarihinde, Avusturya-Macaristan Dışişleri Bakanı Aehrental'a gönderdiği bir bildiri ile son şeklini aldı. Bildiriye göre Avusturya-Macaristan, Rusya'nın Boğazlar üzerindeki taleplerine tam destek verdiği taktirde, Bosna-Hersek'in ilhakına da Rusya destek verecek ve Osmanlı'ya karşı güçlü bir cephe oluşturulmuş olacaktı. İki dışişleri bakanı Eylül 1908'de bir araya gelerek kesin bir antlaşmaya vardılar. 

    Lakin işler planlandığı gibi gitmemişti. Avusturya-Macaristan, ilhak tarihini Rusya'ya önceden bildirmemiş ve ilhakı planlanan tarihten önce gerçekleştirmişti. Rus siyaseti ve bizzat İmparator Nikolay tepki gösterdi. 

    İlhakın gerçekleşmesinden iki gün, Rus tepkisinden bir gün önce Britanya gizli antlaşmanın varlığını, Habsburg Sarayındaki bir casus aracılığı ile öğrenmişti. Bu yeni durum Britanya'yı rahatlatmıştı çünkü sıcak savaşa girilmesi şimdilik ertelenmiş olacaktı. Britanya'nın savaşı 1908 yılında istememesinin en temel sebebi ordunun bir savaşa daha hazır olmamasıydı. Britanya Genelkurmay raporları büyük bir savaşın hazırlıklarının en erken 1916/1917 yılında bitebileceğini söylüyordu. 

    Aslında bu durum tüm devletler için geçerliydi. Fransa savaşı 1915/1916 olarak planlarken, Almanya 1920 hatta 1923/1924 olarak planlıyordu. Rusya savaşa daha hazır konumdaydı. Avusturya-Macaristan ve Osmanlı'nın ise bir savaş hazırlığı dahi yoktu. Bu iki devlet beka mücadelesindeydi.

    Rusya işler planlandığı gibi gitmemesi ve Britanya'nın planı öğrendiğini Rus tepkisinden 4 gün sonra ifşa etmesi üzerine Fransa'ya başvurdu ve destek aradı. Fakat Fransa tarafsız kalacağını duyurdu. Rusya bu sefer Britanya'ya başvurdu. Fakat Britanya politikası, tamamen Rusya'nın kontrol edeceği bir Boğazlar durumuna karşıydı. 

    Bu devletlerin haricinde duruma en sert tepki gösteren Sırbistan'dı. Bosna-Hersek'in ilhakı, hem Sırbistan'ın bu bölgedeki hedeflerine ters düştüğünden hemde doğrudan Sırbistan'ı tehdit ettiğinden ülkede seferberlik ilan edildi ve savaş durumuna geçildi. Almanya ise Britanya-Fransa-Rusya cephesinin bölünmüşlüğünden yararlanmak adına Avusturya-Macaristan'a tam destek verdi.

    Osmanlı ise bir savaşı göze alamıyordu. Ülke borç batağındaydı. Hükümet faizleri daha ödeyemediği borçlar yüzünden 1898-1908 yılları arasında 2 kere moratoryum ilan etmişti. Ayrıca Meşrutiyetin ilanı ile değişen iç politika dış politika da milli bir duruş oluşturmaktan uzaktı. Hükümetin yapabildiği sadece bir konferans toplanması talebiydi.

    Osmanlı halkının tepkisi ise çok şiddetli oldu. İttihat ve Terakki'nin de yönlendirmesi ile ülkede çok sert boykot dalgası yaşandı. Tarihe Fes Boykotu olarak geçen bu boykot ile Avusturya-Macaristan ve Alman mallarına karşı çok etkili bir kampanya düzenlendi. Fakat yine boykotun şiddetine oranla çok kısa bir zaman bu boykot yine Osmanlı'yı vurmuştu. Ülkedeki finans, üretim ve ticaretin hemen hemen tamamı dış ülkelerin elindeydi. Bu boykot Osmanlı'da 'Milli İktisat' fikrinin güçlenmesine sebep olacaktı.

    Osmanlı ve Avusturya-Macaristan arasındaki ikili görüşmelerin sonunda bir antlaşmaya varıldı. Osmanlı, Bosna-Hersek'in ilhakını tanıdı fakat Novipazar bölgesi Osmanlı'da kaldı. Avusturya-Macaristan, Bosna-Hersek'te ki kamu ve vakıf malları için Osmanlı'ya 2,6 milyon altın verecekti ayrıca Bosnalı Müslümanların hilafet makamını tanımasını kabul etti.


Bosna-Hersek'in ilhak eden Avusturya-Macaristan (İmparator Joseph-Francis) ile bağımsızlık ilan eden Bulgaristan'ı etki alanına almaya çalışan Rusya'yı (İmparator Nikolay) ve çaresiz Osmanlı'yı (Sultan Abdülhamid) karikatürize eden Le Petit Journal gazetesinin manşeti.


    Diğer devletler için ise sorun bitmemişti. Sırbistan, Bosna-Hersek'ten toprak talep ediyordu. Almanya ise bir konferans fikrine karşı olduğunu Rusya'ya deklare etti. Habsburglara tam destek verdi ve savaş imasında bulundu. Britanya ve Fransayı ise görmezden geldi. Rusya bunun karşısında geri adım atmak durumunda kaldı. Kriz 6 aydır devam ediyordu ve Rusya savaşa hazır olsa bile Britanya ve Fransa ise savaştan kaçınıyordu. Rusya ilhakı tanıdı ama Sırbistan'a garantisini yeniledi. 

    Britanya ise durumu dışarıdan izlemeye devam etti. Almanya'nın, batı ittifakını görmezden gelmesine de göz yumdu. Bunun temel sebebi krizin verdiği ekonomik zarardı. Ayrıca böylece Rusya'ya, Almanya ve Avusturya-Macaristan ile yapacağı gizli antlaşmaların hoş görülmeyeceğini açıkça göstermiş oldu. 


    İkinci Fas Krizi: Almanya, Fas'ın rövanşını Bosna-Hersek'te kazanmış gibi gözükse de doğrudan bir fayda sağlayamamıştı. Ayrıca Britanya'da, Bosna-Hersek krizine karşı Fransa'yı Fas konusunda, Almanya'ya karşı kışkırtıyordu. Fransa ve Almanya arasında yapılan antlaşmada Fransa, Almanya'nın Fas üzerindeki ekonomik çıkarlarına saygı göstermediği gibi birçok alanda tekelleşti. Tam bu zamanda Alman Doğu Afrikası ile Fransız Kongo'su arasındaki ekonomik anlaşmazlıkların Londra tarafında birdenbire 'ele alınmak istenmesi' krizi yeniden arttırdı. 

    Fransız Cumhuriyeti, Birleşik Krallık'ın desteği ile Nisan 1911 Tarihinde Fas'ın başkenti Fez'e asker çıkardı. Ülke bir anda Fransız istilasına uğramıştı. Fransa ise Fas'ın bağımsızlığını tanıdığını ilan ediyor, Fransız Ordusu'nun bölgeye Sultan'ın talebi doğrultusunda kabilelere karşı savaşmak adına gittiği duyuruyordu. Halbuki Sultan'ın resmi veya gayrı-resmi bir talebi olmamıştı. 



Fransız Ordusu'nun Fas'a girişi. 


    

    Birçok konuda tarafsız kalan eski güç İspanya ise durumun kendi hinterlandını tehdit ettiği gerekçesi ile Larache şehrine bir Kolordu gönderdi. Britanya ise adeta kurguladığı planın işleyişini izliyordu.

    Alman Dışişleri Bakanlığı, İmparator Wilhelm'e bu gelişmeler karşısında tavsiye niteliğinde Mayıs 1911'de bir bildiri yayınladı ve Fas'ın açıkça işgal edildiğini, İspanya ve Fransa arasında paylaşıldığını Almanya'nın da bu ülkeden pay alması gerektiğini deklare ediyordu. Aslında bu Batı'ya karşı sert bir tepkiydi. İmparator 'Tavsiye Bildirisi'ni dikkate aldığını belirterek Fas'ın Agadir şehrine savaş gemisi yollama emri verdiğini duyurdu. 

    Temmuz 1911'de Almanya'nın büyük ve donanımlı 'SMS Panther' adlı savaş gemisi Agadir Limanında belirdi. Dünya bir kere daha sıcak savaşın eşiğine gelmişti.


SMS Panther Savaş Gambotu. 


   

     Britanya ise planının tam anlamıyla işlediğini gördü ve tam da gemi hamlesi ile sahneye çıktı. Majestelerinin Başbakanı Lloyd George, Parlamento'da yaptığı konuşmada 'Britanya savaş istemiyor fakat barışı korumak adına ülkemizin onurunu hiçe saymayı kesinlikle kabul etmeyeceğimiz bir durum' dedi ve Britanya'nın net bir şekilde Fransa'nın yanında olduğunu ilan etti. 

    Avusturya-Macaristan ise Bosna-Hersek'i ilhakından sonra çok daha etnik çatışmaya maruz kaldı. Ülke iç krizlerden dolayı hiçbir şekilde toparlanamıyordu. Viyana yönetimi sadece ülkelerinin çıkarı olan yerlere yoğunlaşılması politikası gereği Fas konusunda tarafsız kaldığını açıkladı. Rusya ise Britanya ve Fransa'ya açık destek verdi. 

    Bu koalisyon karşısında yalnız kalan Almanya geri adım attı. Bir dizi görüşme sonrasında Almanya, Fransa'nın Fas üzerindeki egemenliğini tanıdı buna karşılık olarak Fransa, Fransız Kongosu'ndan 275.000 kilometrekarelik toprağı Alman Doğu Afrikası'na bıraktı. Ek olarak Almanya'nın Fas üzerindeki ekonomik haklarını tanıdığını ilan etti. Siyasi veya askeri bir gücü bulunmayan Sultan ise tüm antlaşmaları kabul etmek durumunda kaldı.


    İtalyan-Osmanlı Savaşı veya Trablusgarp Savaşı: Trablusgarp eyaleti Osmanlı'nın en eski eyaletlerinden biriydi ve hem hukuken hemde fiilen Osmanlı yönetimi altındaydı. Ülkedeki aşiretler merkezi yönetimle uzun yıllardır uyumlu bir biçimde çalışıyordu. Fakat İtalya'nın milli birliğini sağlamasından 20-25 yıl sonra İtalya'da sömürge arayışına girdi ve kendine en yakın olan Trablusgarp bölgesini hedef seçti.

    İtalya Krallığı 1890'lı yıllardan başlayarak, Britanya, Rusya, Fransa ve Almanya'da Trablusgarp bölgesi konusunda bir dizi lobi faaliyeti yürüttü. Bu çalışmalar zaman sonuç verdi. Britanya ve Fransa, Almanya'ya karşı İtalya'nın Trablusgarp bölgesinde hakim olmasını uygun görüyordu. Rusya'nın bu bölgede bir hedefi olmamasına rağmen Kuzey Afrika'da geniş bir Almanya'nın varlığını, Arap Dünyasına ve Kafkasya'ya karşı bir tehdit olarak görüyordu. 

    İtalya hızla artan nüfusuna karşın başarılı siyasi ve ekonomik yönetimiyle hızlı ve etkili bir modernleşme sürecine girmişti. Kilise ile antlaşma sağlanmış, ordu modernizasyonu büyük oranda sağlanmıştı. Ülkenin (diğer devletler kadar olmasa da) artan pazar ve hammadde ihtiyacı bu ülkeyi de sömürge yarışına soktu. İtalya'nın hedefi eski çağlardaki Roma temelli bir yaklaşımdı. Elbette ki bu politikanın Uluslararası arena da herhangi bir temeli yoktu ama İtalya iç politikasını ve propagandasını bu politikadan yürüttü. İtalya Krallığı'nın hedefi Kuzey Afrika ve Sahra altı Afrika ile Avusturya-Macaristan'a bağlı olan Dalmaçya kıyıları ile Karadağ ve Arnavutluk'tu. 

    İşte bu temelde İtalya hem Karadağ Katoliklerini Osmanlı'ya karşı kışkırtıyor hemde Trablusgarp bölgesinde ekonomik yatırımlar yapıp, casus ağları kurarak bölgedeki varlığını arttırıyordu. Ayrıca bölgedeki aşiretleri 'Arap Milliyetçiliği' ile kışkırtmaya çalışsa da bu konuda pek başarılı olamadı.

    İtalya'nın Trablusgarp politikasında Britanya'da perde arkasında önemli bir rol oynadı. İtalya, bu bölgede Roma Bankası üzerinden yatırımlarını finanse ediyordu. Roma Bankası'nın en büyük iki hissedarı ise Bank of England / İngiltere Bankası hissedarıydı. Ayrıca yatırım yapılan birçok alanda Britanya casusları aracılığı ile bölgenin nabzını tutuyordu. 

    Fas Bunalımları, Osmanlı'da Meşrutiyet sonra çıkan krizler ve Bosna-Hersek'in ilhakını fırsat bilen İtalya, ulusal birliğini sağlamasının 50. yıldönümü olan 1911'in başında askeri hazırlığını arttırdı.  Eylül 1911'de İtalya, Osmanlı'ya bir devletin kabul edemeyeceği bir nota verdi. Notanın özeti: Trablusgarp bölgesinin İtalya'ya olan yakınlığı dolayısıyla ve medeniyet götürme amacıyla İtalya'ya devredilmesi istendi. Osmanlı bu notayı sert bir dille reddetti.

    Notadan 15 gün sonra İtalya, Osmanlı'ya savaş ilan etmeden 27-28 Eylül Tarihinde Trablusgarp kıyılarını bombaladı ve zeplinlerle ağır bombardımana başladı. İtalya son derece donanımlı bir ordu ve titiz bir planla harekatı düzenlerken, Osmanlı'nın imkanları son derece kıttı. Bölgeye gizlice giden bir grup Osmanlı subayı aşiretlere önderlik ederek bir dizi direnişe başladı.



İtalyan Birlikleri Traplusgarp'ta. 


    
Trablusgarp'a ulaşmayı başaran ve direnişi örgütleyen bir grup Osmanlı subayı. Üst sırada sağdan ikinci subay Binbaşı Mustafa Kemal.


    

    Fakat harekat İtalya'nın planladığı gibi gitmedi. Osmanlı direnişi çok sert olmuştu. İtalyanlar Ekim ve Kasım aylarında bazı mevzileri ele geçirdiler fakat iç kesimlere doğru gidemediler. Bu durum kısa zamanda İtalya siyasetinde krize döndü. Hükümetin ve Genelkurmayın planı Trablusgarp'ı 2 ile 3 hafta içinde almaktı. 

    İtalya bu durum üzerine seferberlik halini genişletti ve İtalya'dan takviye kuvvet gönderdi. Yine de Aralık ayından Nisan ayına kadar önemli bir zafer kazanamadılar. Kısa süreli olması beklenen harekat cephe savaşına dönmeye başlamıştı. 




İtalya Hava Kuvvetlerine ait Zeplinler, Trablusgarp'ta Osmanlı mevzilerini bombalarken.


    İtalyan siyaseti dikkatini Trablusgarp üzerinden Osmanlı'nın diğer topraklarına yoğunlaştırdı. Şubat 1912'de İtalyan Donanmasından bir grup gemi Beyrut Limanına saldırdı, Mart'ta Kızıldeniz'de Osmanlı gemilerine ateş açtı ve Yemen'de ki isyana yardım etti. Nihayetinde Nisan 1912'de Çanakkale Boğazını bombaladı. 

    Çanakkale Boğazının bombalanması karşısında Osmanlı boğazları tüm devletlere kapattı. Bunun Rusya, Fransa, Britanya, Almanya ve hatta ABD'ye ağır zararı oldu. Özellikle Avrupalı devletlerin ticareti büyük zarar görüyor, olası savaş öncesi yapılan hazırlıkları dahi aksatıyordu.

    Britanya, İtalya'nın askeri başarısızlığı ve Beyrut ile Çanakkale saldırılarından sonra İtalya'ya olan bakışını değiştirdi. Başbakan Lloyd George, İtalyan Büyükelçisi'ne savaşı bitirme tavsiyesini bizzat iletti. Fakat İtalya siyaseti zafer dışında bir seçeneği kabul etmedi. Cephedeki durum ise İtalya için kötüydü. Trablusgarp Savaşı yıllarca sürebilirdi. İtalya Rodos ve 12 adaları da işgal ederek savaşı daha da tırmandırdı. 

    Londra'da savaşı bitirmek adına bu sefer Osmanlı'ya yöneldi. Girit adasındaki isyan kışkırtıldı ve Balkanlardaki kriz tırmandırıldı. Bu politika sonuç verdi. Osmanlı İmparatorluğu çok zor durumdaydı. Balkanlarda patlak veren savaş İtalya ile barışı zorluyordu.

    Osmanlı'nın İtalya'ya karşı oluşturduğu askeri üstünlüğe rağmen, Balkanlar'da ki savaştan dolayı Osmanlı, İtalya ile ateşkes ilan etti ve barış görüşmeleri başladı. Ekim 1912 Uşi Antlaşması ile tüm Trablusgarp İtalya'ya verildi, 12 adalar ise İtalya tarafından Osmanlı'ya geri verilecekti. Fakat İtalya, antlaşmaya uymadı ve 12 adaları Osmanlı'ya vermedi.



Trablusgarp'ın, ''Osmanlı'dan ayrılıp, İtalya'ya katılması''nı tasvir eden bir kartpostal.


    

    Britanya ise Trablusgarp'ın İtalya'ya verilmesinden memnundu fakat 12 adalar konusunda İtalya'nın antlaşmaya uymaması rahatsızlık oluşturdu. Çünkü Britanya siyaseti bu adaları Osmanlı'ya karşı yapılacak bir askeri harekatta kendi üsleri olarak planlamışlardı.

    Britanya'nın Trablusgarp Savaşından çıkardığı diğer sonuç ise Boğazların denetiminin ekonomi için ne kadar hayati olduğuydu. Bu görüş zaten kabul edilen bir görüş ve Boğazların denetimi bir hedefti fakat ilk kez Britanya (ve diğer Avrupa Devletleri) Boğazların kapatılması karşısında ne kadar büyük zarara uğradıklarını gördüler.


    Balkan Krizi ve Balkan Savaşları: Balkanlar tarih boyunca (ve günümüzde de) her dönem etnik, dinsel ve siyasal farklılıklar sebebiyle krizler coğrafyası olmuştu. Bölge sadece Roma'nın 'Büyük Barış Dönemi' ve Osmanlı'nın 1500'ler ve 1800'lü yılların ortasına kadar geçen sürede sükunet bulmuştu. Lakin Fransız Devrimi'nin de etkisi ile bu bölgedeki, milliyetçilik dalgası hızla artmıştı. Yunanistan isyanı ve ulusal savaşından sonra gelen bağımsızlık, Sırbistan, Karadağ, Romanya ve Bulgaristan'ın izleyen yıllarda bağımsızlıkları bölgeyi yeniden mikro milliyetçilikler ile ateş topuna çevirmişti. Sadece Makedonya bölgesi, Arnavutluk, Selanik ve Manastır, Osmanlı'nın egemenliğinde kalmıştı. 

    Balkan Devletlerinin hepsi birbirlerinin toprakları üzerinde hak iddia ediyordu fakat Britanya'nın, Rusya'yı da yanına alarak Yunanistan ve Sırbistan'da lobi faaliyetleri bulunuyordu. Bu lobi faaliyetinin amacı Balkan Devletlerinin birbirlerine karşı olan hasmı bir süreliğine erteleyip 'Öncelikli Tehdit' olan Osmanlı'nın, Balkanlarda ki egemenliğini bitirmekti. 1900'lü yılların ikinci yarısında başlayan bu politik girişim sonuç verdi. Balkan Devletleri birbirleri arasında gizli veya açık anlaşmalar yoluyla saldırmazlık sözleri verdiler ve Osmanlı'ya karşı cephe aldılar. 

    Britanya siyaseti ise dış dünyaya yaptığı bildiride bir savaşı istemediğini ve statükonun bozulmaması gerektiğini ilan ediyordu. Böylece Osmanlı İmparatorluğuna karşı Balkanlar'da bir harekette yer almadığını ilan ediyordu. Rusya ise her zamanki gibi açıktan Sırbistan'a destek veriyordu. Bulgaristan üzerinden Slav, Yunanistan üzerinden Ortodoks Hristiyan politikası uygulayarak kendi etki alanını oluşturmaya çalışıyor ve aslında bunu da gizlemiyordu.

    Birleşik Krallığın, Balkanlardaki diğer bir politikası muhtemel bir savaşın beklenen büyük savaş ile birlikte başlamasıydı. Bu da Britanya Genelkurmayının, bölge ülkelerinin orduları hakkındaki casuslardan gelen bilgiler ışığında 1916 yılı olarak belirlenmişti. Fakat Britanya burada beklemediği bir sürprizle karşılaştı.

    Balkan Devletlerinin aralarında yaptığı antlaşmalar, Rusya'nın kışkırtması, İtalya'nın Trablusgarp Savaşına karşı başka bir cephe açtırmak için Katolik çoğunluktaki Karadağ'ı kışkırtması sonucu savaş Britanya'nın beklediğinden daha önce geldi. 8 Ekim 1912 Tarihinde Karadağ, Osmanlı İmparatorluğuna savaş ilan etti. Ertesi gün diğer Balkan devletleri de (Bulgaristan, Sırbistan, Karadağ) Osmanlı'ya savaş ilanında bulundu. 

    Gerek Britanya gerek Fransa ise bu ülkelerin ordularının hazırlıklarının tamamlanmadığı gerekçesiyle muhtemel bir Osmanlı zaferi beklediler. 9 Ekim 1912 Tarihinde savaşı istemediklerini, statüko yanlısı olduklarını ortak bir bildiriyle duyurdular. Osmanlı, İtalya'ya karşı Trablusgarp'ta sert direniş göstermişti. Hinterlandına bu kadar yakın bir yerde 4 zayıf devleti rahatlıkla alt edebilirdi.

    Lakin daha savaşın başında işler kimsenin beklemediği bir noktaya geldi. Osmanlı, her cephede yenilgiler aldı. Ayrıca Kasım 1912'de Arnavutluk bağımsızlık ilan etti. İtalya bağımsızlığı tanıyan ilk ülke oldu. Rusya ve Sırbistan ise Arnavutluk bağımsızlığına tepki koydular ama Arnavutluk'u tanıdılar. 

    Yunan saldırıları güneyden, Karadağ saldırıları batıdan, Sırbistan saldırıları kuzeyden, Bulgaristan saldırıları da doğrudan başkente doğru yapıldı. Özellikle Sırbistan'ın Rusya tarafından silahlandırılması ve Sırp Ordusunun eğitilmesinin faydaları bu savaşta görüldü. 

    Osmanlı Ordusu ise İtalya Savaşı, Yemen İsyanı, Beyrut İsyanı ve politik krizlerin etkisinde zaten çok güç duruma düşmüştü. 100 yıla yakın savaşarak kazandığı toprakları sadece 4 ay içerisinde kaybetti. Bulgar Ordusu Edirne'ye dayandı ve İstanbul'u tehdit etti. Osmanlı'nın ateşkesten başka şansı kalmamıştı.

    Britanya tüm süreci yakından takip etti ve Balkan Devletlerinin peşpeşe zaferlerinden sonra bu ülkelerden yana tavır koydu. Ateşkes görüşmeleri Londra'da yapıldı. Britanya, Edirne'nin Bulgaristan'a bırakılması baskısı yapınca görüşmeler sonuçsuz kaldı fakat Edirne'nin Bulgaristan tarafından alınmasının ardından bu şehrin Bulgar Krallığına bırakılması Osmanlı tarafından kabul edildi. 

    Yapılan barıştan ise Bulgaristan hariç tüm devletler şikayetçiydi. Bulgaristan, Almanya ve Avusturya-Macaristan desteği ile diğer devletlerden çok fazla toprak almıştı. Yunanistan, Karadağ ve Romanya ise batıdan beklediği desteği bulamadı. Sırbistan'da sonuçtan memnun değildi. 

    Britanya'nın ilk savaşın sonucunda Alman baskısına göz yummasının sebebi çok açıktı. Bu bölgede Almanya yanlısı Bulgaristan'a karşı bir cephe oluşturmak istiyordu ki bu siyasi ve diplomasi tarihinin en başarılı politikalarından birisi oldu. Diğer devletler sonuçtan memnun kalmadığı gibi, Avusturya-Macaristan ve Almanya tehdidini yakından gördüler. 

    Birinci Balkan Savaşının bittiği tarih Mayıs 1913 Tarihinden itibaren Britanya, Yunanistan ve Romanya'ya para ve silah yardımında bulundu ayrıca danışman olarak emekli/aktif bazı subaylarını bu ordulara gönderdi. Rusya'da, Sırbistan'a doğrudan asker gönderdi. Sadece 1 ay sonra Britanya, Fransa ve Rusya'nın teşvik etmesi ve desteği ile Yunanistan, Sırbistan, Romanya ve Karadağ devletleri, Bulgar Krallığı'na savaş ilanında bulunarak saldırdılar. Almanya bir kere daha Britanya planının içine düşmüştü. Bu harekatı beklemediği gibi karadan veya havadan bir destek gönderemezdi. 

    Osmanlı ise Bulgaristan'ın bu durumundan istifade ederek Edirne'yi buradan geri aldı. 

    Hemen her cephede yenilen Bulgaristan ilk savaş öncesi toprak kaybını önlemek için ateşkes ilan etti. Londra'da toplanan konferansta Osmanlı'dan alınan bölgeler yeniden pay edildi. Britanya, Almanya karşısında bir kere daha diplomatik ve siyasi başarı kazanmıştı. 



Savaş öncesi 1914 ve Britanya


    İşte dünya, Büyük Savaş'a böyle adım adım gitmişti. Silahlanma, sömürgecilik, diplomatik, askeri, siyasi ve ekonomik yarış, kutuplaşma, beraberinde büyük bir savaş getirecekti.


    1914 yılı, tüm ülkeler için savaş yılı olarak kabul görmüyordu. Çünkü birçoğunun hazırlıkları en erken 1915/1916 gibi bitecekti. Fakat yaşanan krizler, bir türlü uyumun sağlanamaması, statükonun bozulması ve iş dünyasında ki rekabetin bile düşmanlık boyutuna dönmesi 1914 yılını barut fıçısı yılı yapacaktı. 

    Almanya dev ordusunun hazırlıklarının birçoğunu bitirmiş, kamuoyunu savaşa hazırlamıştı. Ülkede sol partilerin birçoğu ve birçok sol görüşlü insanlar bile savaşı gerekli görüyordu. 

    Fransa'da, Alman tehdidinin artık her an faaliyete geçeceğinden emindi. 

    Rusya siyaseti ise savaşa daha hazırlıklı olmakla beraber savaşı en çok isteyen ülkeydi. 1905 yılında başarısız ama büyük devrim hareketi, büyüyen işsizlik, büyük tarım toplumun getirdiği sorunlar, ekonomik pazar arayışı ve en önemlisi siyasi istikrarsızlık ve yükselen sol devrimci hareketler Rus İmparatorunun ve siyasetinin savaşı bir çıkış noktası olarak görmesine sebep oluyordu.

    Avusturya-Macaristan için de savaş kaçınılmaz boyuttaydı. ülke de 1910'lu yıllardan itibaren terör ve asayişsizlik doruk noktasına varmıştı. Bir iç savaş tehlikesi ve imparatorluğun dağılması an meselesiydi. 1800'lü yılların sonundaki ve 1900'lü yılların başındaki sorunların hiçbiri çözülememişti. Savaş bu devlet için emperyal bir mücadele değil, varlık mücadelesiydi.

    Bu durumda olan diğer ülke ise Osmanlı İmparatorluğu'ydu. Devlet fiilen yok olmanın eşiğine gelmişti. Ülkenin her yerinden çıkan isyan haberleri, tamamen yabancıların eline geçmiş ekonomi, ordunun siyasete karışması, darbeler, istikrarsızlık ve etnik çekişmeler ile büyük devletlerin bu ülke üzerindeki emperyalist politikaları Osmanlı'nın 1914 yılındaki en sorunlu devlet olduğunu kanıtlıyordu.

    Bütün devletlerde olduğu gibi Britanya'da da kamuoyu manipüle ediliyordu. Her türlü basın-yayın organı bir savaşın kaçınılmaz olduğunu dile getiriyor, Almanya ve Avusturya-Macaristan'ı açıktan küçümsüyor, tehdit ediyor ve tehdit olarak görüyordu. Diğer ülkelerde yükselen Militarizm, Britanya'da büyük boyutlarda sivil hayata girmese de savaş kaçınılmaz olarak bekleniyordu. 

    Birleşik Krallık siyaseti özellikle Avusturya-Macaristan içerisindeki Çek ulusu ile Osmanlı İmparatorluğu içerisindeki Arap ulusuna önem veriyordu. Bu iki millet arasında 1880'li yıllardan itibaren lobi faaliyetleri, ekonomik yatırımlar ve siyasi etki ile yakın markaj halindeydi. Çek'leri, Habsburg İmparatorluğuna karşı ayaklandırarak burada bir hem Almanya hemde Avusturya-Macaristan'a karşı bir devlet kurma amacıyla, Arapları ise halifelik vaadi ve büyük bir Arap-İslam Devleti ile manipüle ediyor ve bu politikaları uyguluyordu. Britanya casusları, özellikle bu iki bölgeden sayısız raporlar göndermekteydi.

    Londra'nın hesabına göre bu bölgelerde 1916 veya 1917 tarihlerinde büyük ayaklanmalar açıktan destek görecekti. Diğer bir politikaya göre bu isyanlar çıkması beklenen Büyük Savaş'ın ateş fişeği olacaktı.

    Fakat savaş hem Britanya hemde diğer devletlerin beklemediği bir anda ve beklenmeyen bir yerden geldi. Avusturya-Macaristan İmparatorluğunun Veliahtı Ferdinand'ın Saraybosna'da ki ordu birliklerini ziyareti ve ateşlenen bir kurşun dünya tarihini tamamen değiştirecek işaret fişeği oldu.

    (Bkz: I. Dünya Savaşı ve Britanya - Bölüm 2: Savaşın İlk Yılı 1914)




 
 Çeviri, Derleyen ve Yazar: Lord Murrays

 Kaynakça:
 http://www.history.com/topics/world-war-i/world-war-i-history
 http://www.worldwar1.com/
 http://www.firstworldwar.com/
 https://www.bl.uk/world-war-one
 http://www.iwm.org.uk/?gclid=CjwKEAjw97K_BRCwmNTK26iM-hMSJABrkNtbQoHJsC0Clv6jfUPCeCzGUuRbo19fWzuQrW1RAG308RoC40rw_wcB
 http://www.bbc.co.uk/history/british/britain_wwone/overview_britain_ww1_01.shtml
 https://www.gov.uk/government/topical-events/first-world-war-centenary
 http://www.parliament.uk/about/living-heritage/transformingsociety/parliament-and-the-first-world-war/
 https://www.sheffield.gov.uk/libraries/archives-and-local-studies/research-guides/world-war-one.html
 https://www.amazon.com/Last-Great-War-British-Society-ebook/dp/B00GA22I5C/
 https://openlibrary.org/books/OL9878334M/Evidence_History_And_The_Great_War
 http://www.nationalarchives.gov.uk/pathways/firstworldwar/index.htm
 https://global.britannica.com/event/World-War-I
 https://openlibrary.org/works/OL4328965W/Bonar_Law
 https://openlibrary.org/works/OL3398398W/The_Great_War_1914-1918
 https://openlibrary.org/books/OL8269870M/Medical_Services

    

1 yorum:

  1. umarım admin hala aktifdir.çok güzel olmuş lütfen yazılara devam edin

    YanıtlaSil